Narsistik kişilik bozukluğu, bireyin insan ilişkilerinde dışarıdan fark edilir derecede empatiden yoksun bir tutum benimsediği, genel itibariyle büyüklenen tutumlar sergilediği, bir yandan da diğer insanların takdirine ve hayranlığına ihtiyaç duyduğu, kendi-varlığı ve hazzı odaklı olduğu, çevresindeki kişilerin sahip olduklarına kendi sahip olamadıklarından ötürü haset beslediği bir kişilik patolojisidir. Narsistik kişilik bozukluğu olan bireyler dışarıdan duygusal olarak kopuk, sürekli kendi haklı olduğuna inan, diğer insanları küçümseyen davranışlar sergileyerek büyüklenen bir görüntü sergilerler (Caligor ve ark. 2015). Bu yazıda narsistik kişilik bozukluğunun tanımı, etiyolojisi, ilişkilerdeki iz düşümü tartışılacaktır.
Narsistik kişilik patolojisindeki bireyler kendi varlıklarının çok önemli olduğuna, diğer insanlardan daha özel olduklarına, sıradan insanlar gibi tedavi edilmemeleri ve muamele görememeleri gerektiğine dair kendi biriciklikleri üzerine yoğunlaşan inanç kalıplarına sahip olabilmektedirler. Hak ettiklerine inandıkları özel, hayranlık ve takdir içeren, diğer insanların tabii olduğu kurallardan muaf tutuldukları hizmeti almak için kaba, anlayışsız ve suçlu hissetmeksizin manipülatif olabilirler. Kabaca, bir narsistin tüm ilgi alanlarının, duygusal ve fiziksel yatırımının kendiliği, kendi ihtiyaçları, fantezileri ve refahı etrafına odaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bir diğer yandan narsistik karakterleri ilgi, sevgi, onay ve hayranlığa varlıkları pahası ihtiyaç duyduklarından bir bakıma ‘bağımlı’ olarak da değerlendirebiliriz. Kendi varlıklarını başkalarının hayranlığı üzerine inşa ediyor olmalarının altında derinlerde yatan aşağılık hissetme ve değersizlik duyguları var olduğundan, kök inanç olan ‘sevilemeyecek kadar kötü’ olma, birey diğer insanlarla ilişki kurmaya çalıştığında onlara güvenememe ve bağlanamama şeklinde kendini gösterebilir. Narsistik karakterin içten içe sahip olduğu ‘diğer insanların benim gibi birisini sevebilmesine olanak yok’ şeması güvenle sığınabileceği ve sevgi ilişkisi kurabileceği bir dünya seçeneğini ortadan kaldırır. Bundan sonra patolojik karakter üstünlüğünü, yüceliğini, sevilebilirliğini tüm dünyaya hükmederek elde etmek için sonsuz bir döngüye girer.
İlk olarak patolojik narsisizmin tanımını yapmadan önce narsisizm ile ilgi birbiriyle ilişkili ancak farkları büyük sonuçlar doğuran iki kavramı açıklayacağım: sağlıklı narsisizm ve patolojik narsisizm. Heinz Kohut’un girişimi ile narsisizm anlayışı, narsistik özelliklere sahip olmanın yalnızca patolojik bir anlam taşımayabileceği görüşü ile değişmeye başladı, Kohut’ a göre sağlıklı insanlar da bir takım narsistik özelliklere sahiptiler (Kohut, 2013). Kohut, sağlıklı narsisizm kavramını ortaya attığında, bu kavramı bireyin kendiliğine değer ve bakım vermesi, bedenini sevdiği, ruhsal olarak kendi ile bütünleştiği yani göreceli olarak her sağlıklı bireyin eşiğin üzerine geçmeyecek kadar öz sever olduğu hal olarak açıklamıştır. Diğer bir deyişle sağlıklı narsisizmin kendi ile uyumlu ve kendiyle vakit geçirmekten keyif alma, mutluluğu ve öz-saygısı için dünyaya ve diğer insanların takdirine ihtiyaç duymama olduğunu söyleyebiliriz. Patolojik narsisizm ise elbette ki eşiğin üzerinde patolojik unsurları ruhsal aygıtında barından her birey gibi, gelişimsel dönemde yaşanan duraksamalar ile kolaylıkla ilişkilendirilebilmektedir.
Erken çocukluk döneminde yaşanan olumsuz yaşam deneyimleri bireyin yetişkinliğinde kişinin diğer insanlardan çok üstün ve değerli olduğu, ‘sıradan’ insanlarla empatik etkileşime giremediği ilişki tutumlarıyla kendini gösterir. Ebeveynin ‘yeteri kadar iyi’ ebeveyn olmaması ayrıyeten çocuğu kötüye de kullandığı bazı durumların olması narsistik bireyin temel özelliklerinin atılması ile doğrudan ilişkilidir. Ebeveynin bakımına ve korumasına çaresizce muhtaç olan çocuk, ihtiyaç duyduğu anda ebeveynine ulaşamaması ve kötü muamele görmesi neticesinde uyum bozucu dahi olsa bir takım ilkel savunma mekanizmalarını kullanmaya yönelir. Bu savunma mekanizmaları (örneğin; yansıtma) bireyin kendilik imgelerini ve kendilik tasarımlarını değiştirerek, dış görünüşünü, ekonomik durumunu, statüsünü, iş hayatındaki işlevini, potansiyelini ve çevresini olduğundan farklı (büyüklenmeci veya değersizleştiren) algılamasına sebep olur (Odağ ve ark, 2008). Yetişkin narsistin gerçekçi bir kendilik imgesi ve tasarımı oluşturamamasını, erken çocukluk döneminde deneyimlediği bakımverenin aynalama eksiliği ile açıklayabiliriz (Kernberg, 1975). Ebeveynin bebeği aynalaması, bebeğin kendilik imgesini oluşturabilmesi açısından hayati bir anlam taşır, ebeveyninin sakinliği, yatıştırıcılığı, onaylayıcılığı, hayranlığı, gözlerindeki bebeğin mükemmeliyetini yansıtan mutluluk ve parıltı bebeğe kendinin mükemmel ve sevilmeye değer olduğunu düşündürür yani bebeğe yetişkinlik ilişkileri için bir nevi referans olur. Narsistik karakterin ebeveynlerinin tutumlarını araştırdığımızda bulacağımız manzara bebeğini aynalayan ebeveyn profilinin oldukça dışında olacaktır. Bu ebeveynler, bebekleri ile etkileşim kurarken oldukça donuk, bebeğinin konuşma çabalarına ve varlığına tepkisiz kalan bakım verenlerdir. Yeteri kadar aynalamanın yapılmaması bebeğin kendini anlamlı, değerli, anneden ayrı bir nesne –narsist bireyin kendini değerlendirişinin tam aksi doğrultuda- görmesine neden olur. Bebek yeteri kadar aynalanmadığında kendini ‘kötü’ olarak değerlendirebilir, tüm bunlar bir araya geldiğinde ideal kendilik, ideal nesne ve gerçek kendilik tasarımları ego ile süperego arasında çatışmaya sebep olur. Gerçek kendilik, ideal kendilik, ideal nesneler ve ebeveynlerin talepleri bir araya geldiğinde oldukça kaygı verici bir görüntü ortaya çıkar, bu durum süperegonun kendilik ile bütünleşerek sağlıklı bir şekilde gelişmesinin önüne geçer. Yine de çocuk bu örselenmeden sağ çıkabilmek için ebeveynini idealize eder ve onun büyüklüğünden beslenerek kendi de yeteri kadar yüce olabilir. Ebeveyninin kendisine yönelik tutumunu ise ebeveyninin onun ‘özel’ ve ‘biricik’ olan varlığına yönelik geliştirdiği inancını oluşturur (Volkan, 1980).
Kişiye Narsistik Kişilik Bozukluğu tanısı koyabilmek için DSM-5 tanı ölçütleri başvuru el kitabına göre aşağıdakilerden 5 ve daha fazla kriterin karşılanması gerekir: (APA, 2013)
- Büyüklenir (Başarılarını ve yeteneklerini abartır, gösterdiği başarılarla orantısız bir biçimde, üstün bir biçimde görülme beklentisi içindedir).
- Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ya da yüce bir sevgi düşlemleriyle uğraşır durur.
- “Özel” ve eşi benzeri bulunmaz biri olduğuna ve ancak özel ya da üstün diğer kişilerce (ya da kurumlarca) anlaşılabileceğine ve ancak onlarla ilişki kurması gerektiğine inanır.
- Çok beğenilmek ister.
- Hak ettiği duygusu içindedir (özellikle kayırılacak bir tedavi göreceğine ya da her ne istiyorsa yapılacağına ilişkin anlamsız beklentiler içerisinde olma).
- Kendi çıkarı için başkalarını kullanır (kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarını
kullanır). - Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini anlamak
istemez. - Sıklıkla başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
- Başkalarına saygısız davranır, kendini beğenmiş davranışlar ya da tutumlar sergiler.
Narsistik karakter değersizlik hissiyle baş edebilmek için kaygıdan ve stresten kurtulma amacı ile yansıtma, bastırma ve bölme savunma mekanizmasını kullanmaya sıklıkla başvurur. Böylelikle benliğindeki kusurları örtülemiş olur (Özakkaş, 2006). Benliğindeki kusurları savunma mekanizmalarını eşiğin üzerinde düzeyde kullanarak örtülemek isteyen narsistik karakter ise ilişkilerinde sürekli büyüklenmeci, bencil, kibirli bir görünüm sergiler ve nedenini bir türlü anlayamadığı şekilde insanları sıklıkla kendinden uzaklaşırken, kendini de yalnız bulabilir. Aynı zamanda narsistik karakter işler istediği gibi gitmediğinde, insanlar buyruklarına tabi olmadığında aşırı derecede öfkelenmeye, ‘hayır’ cevabını veya beklemeyi tolere edememeye yatkındırlar. Bu kimseler gündelik yaşamlarında romantik ilişkilerinde yada iş yaşamında red edilmeye karşı yoğun bir duyarlılık geliştirirler. Bir yandan insanların hayranlıklarına ve beğenilerine bir bakıma bağımlı olma hali onların duyarsız olabilme ihtimallerini değerlendirdiğinde yoğun ve kaygı verici bir duygulanıma sebep olurken, diğer bir yandan ise terk edilme endişesi ve kaygı bu duruma eşlik eder (Karaaziz ve Artak, 2013). Sonuç olarak hayatı deneyimlemek, hem narsistik kişilik bozukluğu olan birey için bilinçdışı düzeyde, hem de narsistik kişilik bozukluğu olan bireyin yakın ilişkileri kimseler için oldukça güçtür.