react course 17

Antisosyal Kişilik Bozukluğu

Kişilik bozukluğuna ergenlikte veya genç yetişkinlikte ortaya çıkan, kişinin kendiliğine ve içinde bulunduğu kültüre ve topluma uyumunu bozan, birey büyüdükçe kalıplaşan kişisel ve toplumsal olarak zorluğa neden olan davranış, düşünce ve duygulanım hali denebilir. Antisosyal kişilik bozukluğu davranışlarda ve duygulanımda dürtüsellik, merhametsizlik, saldırganlık ve acımasızlık gibi antisosyal davranışların varlığını tanımlamaktadır, antisosyal kişilik bozukluğu diğer on kişilik bozukluğu ile birlikte Tanı Ölçütleri Başvuru kitabında patolojinin tanımı ve gerekli tanıyı almak için sahip olunması gereken semptomlarla birlikte açıklanmıştır (APA, 2013). Öncelikle antisosyal kişilik bozukluğunun genel hatlarına bakacak olursak, her patolojik düzeydeki kişilik bozukluğunda da sıklıkla görebileceğimiz gibi, antisosyal bireylerin toplumun sırtında ağır bir yük olduğunu söylemek mümkündür. Antisosyal kişilik bozulukluğuna veya özelliklerine sahip kimseler iş bulmada ve çalışma hayatında istikrar göstermekte, toplumsal kalkınmayı ve gelişimi destekleyici sistemlerin bir parçası olmakta güçlük çekerler, genellikle içinde bulundukları kuruma, çalışma veya okul arkadaşlarına şiddet içeren (vandalizm saldırı vb.) tutumlar sergilemektedirler (McMurran & Howard, 2009).

Antisosyal kişilik bozukluğu olan kimseler dışarıdan ilgi çekici görünmelerinin yanında duygusal anlamda göz ardı edilemeyecek düzeyde bir duygusal küntlük yaşarlar. İnsanlarla veya hayvanlarla etkileşime girmekten, iletişim kurmaktan sosyal veya bireysel doyum almakta güçlük çekerler ve duygusal uyarıcılara karşı reaksiyon vermede yetersiz kalırlar. Buna bağlı ortaya çıkan manipülatif eğilimlerle birlikte antisosyal karakterlerin yalan söylemekten kaçınmayan –rahatsızlık duymayan- sorumsuz, madde kullanımına meyilli, öfkeli ve dengesiz bir yapıları olduğunu söyleyebiliriz. İlişkilerinde samimi, şefkatli ve karşı tarafa değer veren bir yapıları – duygulanımları- olmadığından verdikleri sözleri tutmak yada karşı tarafa özen göstermek gibi bir motivasyonları yoktur, nihayetinde manipülatif ve iyi birer yalancı olmalarına rağmen bu sebeplerden ötürü ilişkilerinde düzen ve bağlılık görülmez.  Hayata yönelik tutumları haz prensipli olduğu için romantik ilişkilerinde sadakatsiz olurlar ve her bir ilişkileri diğer bir bakış açısıyla, bitmeye mahkûm döngüler içerisinde kendini tekrar eder. Yapılan araştırmalar neticesinde antisosyal kişilik bozukluğunun suça karışmış kadınlarla kıyaslandığında suça karışmış erkeklerde daha sık görüldüğü tespit edilmiştir (Millon, 2003).  Bu patolojideki kimseleri sıklıkla başkalarının duygusal ve fiziksel bütünlüğüne zarar verici davranışlar sergilerken görmek mümkündür, genellikle şiddete eşlik eden madde kullanımı (Alkol, uyuşturucu vb.) antisosyal kişilik bozukluğunun tedavisini olduğundan da komplike bir hale sokmaktadır. Özellikle madde kullanımına bağlı ölümleri popülasyonun normal seyrinin üstünde kalmaktadır. Antisosyal kişilik bozukluğunun nedenleri değerlendirirken üç farklı koldan yararlanılmaktadır; Epigenetik, psikolojik ve sosyokültürel bakış açıları ile antisosyal örgütlenmenin kökenleri mercek altına alınabilir, böylece çok boyutlu bir değerlendirilme ile patolojiyi diğer esasları göz ardı etmeksizin kavramsallaştırabiliriz.

Hem özel hayatta hem de profesyonel yaşamda istikranın olmadığı, sosyal veya bireysel etkileşimin kısa süreli veya düzensiz olduğu antisosyal örgütlenmenin nedenleri tam olarak bilinememek ile birlikte, hem çevresel hem de genetik faktörlerin etkileri üzerine araştırmalar bulunmaktadır (Miller, 2010).  Epigenetik araştırmaların da göstermiş olduğu gibi, genler deneyimlerimizden ve çevremizden etkilendikleri gibi, ruh sağlımız, davranışlarımız ve kişiliğimiz üzerinde de büyük bir belirleyicilikleri bulunmaktadır.  Antisosyal bireylerin biyolojik bakım verenleri araştırıldığında onların da antisosyal örgütlenmeye sahip olması, antisosyal patolojinin bu kimselerin çocuklarına aktarıldığı ve iki olgu arasında önemli bir ilişki olduğu hipotezini pozitif olarak korale etmiştir (Stuffrein-Roberts &  Joyce, 2008). Elbette ki, biyolojik bakış açısının dışına çıkarak, davranışsal psikolojinin yaklaşımı ile antisosyal örgütlenmeyi değerlendirecek olursak, patolojik örgütlenmeleri olan söz konusu bireyin antisosyal tutumları ve duygusal küntlüğü hali hazırda antisosyal örgütlenmesi olan ebeveynlerinden kopyaladığı savını da kayda değer bulmalıyız. Antisosyal örgütlenmenin epistemolojisi tartışılırken genetiğin yanı sıra çevresel yani sonradan edinme de değerlendirilmelidir. Anne babanın ihmal ve istismar edici bakım stili ve çocuğu tutarsız bir yaklaşım ile büyütmesi faktörleri yetişkinlik dönemi için belirleyicidir. Bebeğin öfkeli, duygusal etkileşime kapalı donuk ebeveynleriyle büyürken hayatta kalabilmek için bu yapıyı kopyalayacağı ve yetişkinlik patolojisini bu yapı üzerine inşa edeceğini söyleyebiliriz.

Bencil, duyarsız, başkalarını istismar edici tutumlara sahip olan antisosyal karakterler yaşamlarını haz ilkesi çerçevesinde şekillendirir, istedikleri zevke erişmek söz konusu olduğunda oldukça dürtüsel bir tutum ile kanunları çiğneyebilirler. Bu bakımdan antisosyal karakteri oral dönem çocuğunun ilkel savunmalarına benzetebiliriz. Olgun savunmalara başvurmaksızın hazza ulaşmak, ödül almak, zevk içinde yaşamak, sorumluluklardan muaf olmak, dünyanın kendi ihtiyaçlarına hizmet etmesi gerektiği inancını taşımak ve istemediği her şeyi yok etmek antisosyal karakterin genel tutumudur. Antisosyal kişilikler de vicdani muhakeme yetisi olmamasına karşın, ahlakı savunuşunu veya kendi davranışlarını meşrulaştırmayı entelektüel savunma olarak kullanmaktadır. Nesne ilişkileri kuramı kapsamında antisosyal kişilik bozukluna kısaca bakacak olursak, bebek kendilik tasarımını çevresindeki diğer insanların içsel temsili üzerinden oluşturur ve kendilik konsepti bebeğin diğer insanlar ile olan ilişkileri bağlamında sürekli değişiklik gösterir, zaman içerisinde gelişir ve yetişkinlikte neredeyse sabit bir hal alır. Kendilik-nesne ve bunların içsel temsilleri arasındaki ilişki nesne ilişkilerini oluşturur, bu nesne ilişkileri ise kişinin iç dünyasını, davranışlarını ve ilişkilerindeki referans noktalarını belirler. Erken çocukluk döneminde içselleştirilen nesne temsilleri bebeğin yetişkinlikte kuracağı duygusal ilişiklerin tonunu belirler. Bebeğin erken dönemde bakım vereni ile kurduğu ilişkilerinden aldığı fazla doyum veya yetersiz doyum ileri dönem ilişkilerindeki duygulanımını etkiler, yetişkinlikteki ilişkilerini deneyimleyişini şekillendirir ve olaylara yönelik geliştireceği bakış açısını biçimlendirir (Kernberg, 1984). Örneğin bebek annesi ile kurduğu ilişkiden doyum aldığında hem kendini hem de annesini ‘iyi’ olarak içselleştirirken, doyum alamadığında ikisinin arasındaki ilişkiyi –hem kendini hem de anneyi- ‘kötü’ olarak değerlendirir. Çocukluk dönemi ilerledikçe iyi ve kötünün entegre olması gerekirken bu entegrasyonun gerçekleşmemesi kişilik bozukluğunun gelişimini doğurur. Genetik faktörleri, şiddet ve travma içeren sosyal faktörleri bir kenara koyduğumuzda nesnelerin içsel temsilinin ‘kötü’ olması ve erken çocukluk dönemi ilişkilerinde duygusal küntlüğün hakim olması antisosyal kişilik bozukluğunun gelişimini değerlendirmede önemli bir kaynak olarak kullanılabilir. Klasik Freudian yaklaşım ile antisosyal patoloji değerlendirilecek olursa, içe yönelik öfkenin ve kaybedilen nesnelerin yarattığı acının sürekli ve istikrarla dış dünyaya yansıtılması şeklinde değerlendirilebilir. Bu bağlamda borderline hastalarda da olduğu gibi, antisosyal kişilik bozukluğu olan bireylerin intihar teşebbüsleri ve kendilerine yönelik zarar verme davranışları da anlamlı olmaktadır (Türkçapar ve ark, 2004).

Bireye Antisosyal Kişilik bozukluğu tanısı koyabilmek için DSM-5 tanı kitabına aşağıdaki kriterlerin en az üçü ve daha fazlasının karşılaması gerekmektedir (APA,2013):

  1. 1-Tutuklanmasına yol açan eylemlerde bulunma, yasal sorumlulukları yerine getirmeme
  2. 2-Sık yalan söyleme, takma ad kullanma, başkalarını dolandırma
  3. 3-Dürtüsellik ya da geleceğini tasarlamama
  4. 4-Sinirlilik, saldırganlık, başkalarının hakkına el uzatma
  5. 5-Kendinin ve başkalarının güvenliğini önemsememe
  6. 6-Sürekli bir işinin olmaması, parasal yükümlülüklerini yerine getirmeme
  7. 7-Kötü davranışları sonucunda pişmanlık duymama
  8. B-Kişi en az 18 yaşındadır.
  9. C-15 yaşından önce davranım bozukluğu olduğuna dair kanıtlar vardır.
  10. D-Toplumdışı davranışlar yalnızca şizofreni ya da iki uçlu bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkmamıştır.

Antisosyal kişilik bozukluğu, patolojinin doğası gereği oldukça güçtür, diğer insanlara  veya kendilerine zarar vermekten korku ve pişmanlık duymadıklarından psikoterapi talepleri ve tedavi arayışları ender görülmektedir. Sıklıkla hapishanelerde veya kanuni bir yaptırım doğrultusunda tedavi olmak zorunda bırakılırlar. Psikoterapi öfke kontrolü, travmatik geçmiş yaşam deneyimleri ve madde kullanım gibi sorunları çözümlemede efektif olsa da bireyin kendisi ve çevresi için konuşma terapisinin etkililiğini arttırmaya yönelik ilaç tedavisi, tedavi planında önemli bir yer tutar.

Paylaş :

Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Diğer İçerikler

Öfke nöbeti nedir? Öfke nöbetleri pek çok formda karşımıza çıkabilir. Kısaca çocuğunuzun eşiğin üzerinde kızgınlık, öfke ve uyum problemleri gösterdiği...
Albert Ellis tarafından geliştirilen rasyonel duygucu davranışçı terapi, danışanların irrasyonel düşüncelerini belirlemeye ve bu düşüncelere alternatif düşünceler bulmaya odaklanır Ellis’in...
Tuvalet eğitimi almayı reddetme (bağırsak direnci), çocuklarda yaygın karşılaşılan bir sorundur. Tuvalet eğitimi alınacağı süreç, çocukların gündelik yaşamlarının başka alanlarında...